MEDET

 Tozlu ayakkabılarına, aşağısı bembeyaz olmuş pantolonunun paçalarına bakarak yürüyordu. Yürüdükçe ayaklarına acıyordu. Onu minnetsiz dolaştırıyorlardı. Nereye istese onlarla gide biliyordu.

Sabahtan beri mağazaları dolaşıyordu. Bir şey almamıştı henüz, zira hiçbir şeye gereksinimi yoktu. Altın dükanlarında alyanslara, küpelere bakıyordu, fiyatlarını soruyordu. Sonra alyans, küpe alanları seyrediyordu. O zaman sanki o küpeleri kendisi için alıyordu, alyansları parmağına geçiriyordu. Ve işte o an her şeyden bıkıyordu.

Altın dükanından öyle çıkıyordu ki, sanki dükandaki tüm küpeleri, alyansları civarda bulunan insanlara armağan etmişti.

Oradan oyuncak satılan dükana giriyordu, özenle küçücük arabaların, bisikletlerin civarında dolaşıyordu, tezgahtarları bıktırarak, bağırtarak değişik türlü silahları, küçük piyanoları alıp bakıyordu.

Acıkıyordu, hemen dükanların yanı başında bulunan kafeterya yemek yiyordu. Daha sonra sinemada film izliyordu.

Sinemada akşama kadar film izliyordu ve yalnız karanlık bastırınca eve dönüyordu.

Her pazarı işte böyle geçiriyordu. Değişen yalnız sinemada izlediği filmler oluyordu. Kimi zaman yeni bir film olmadığında eski filmleri tekrar tekrar izliyordu.

Karanlık salonda oturup filme değil, orada burada birbirilerine sarılıp öpuşen çiftlere bakıyordu. O yüzden sinemadan huzurlu bir biçimde ayrılıyordu. Sokakta da kimseyi farketmiyordu.

Pazar gününü değişik geçirmek için ona kimse gerekmiyordu. Neden başka birisiyle sinemaya gitsin ki?! Neden saatlerce karşılıklı oturup birbirlerini seyrederek yemek yesinler ki?!

Evde de böyleydi. Kimseyle oturup konuşmayı sevmezdi. Özellikle telefonda konuşmaktan nefret ediyordu. Nasılsın, işler nasıl gidiyor, sağlığın nasıl muhabbetlerinden nefret ediyordu. Tüm soruları öylesineHmmmm”, diye inleyerek geçiştiriyor, daha sonra telefon açanlarla böyle konuştuğu için saatlerce evdekilerin azarını işitiyordu.

 Bir türlü bu insanların neden telefon açtıklarını anlayamıyordu. Birbirilerine telefon açıyorlar, birbirilerine misafirliğe gidiyorlar, sokakta gördüler mi konuşmak için fırsat kolluyorlar.

Eve geldiğinde kapının ziline bastı. Kapıyı abisi açtı. Sinirli adımlarla mutfağa doğru yürüdü hemen abisi. Belli ki, abisi mutfakta yine bir şeyleri tamir ediyordu.

Yavaş yavaş soyundu, terliklerini giydi ve elindeki gazetelere bakarak odasına geçti.

Son zamanlar her şeyi kokluyordu. Ekmeği, suyu, ceketini, sofrayı, ellerini, televizyonu

Koklamak artık onun için yemek, uyumak, soluk almak gibi önemli gereksinime dönüşmüştü. Her şeyi koklamaktan burnunun uç kısmı iyice büyümüştü. Şimdi onun için burnunun özel bir konumu vardı. Sanki, bu dünyaya her şeyi koklamak için gelmişti. Koklamak Medet için insanlarla konuşmaktan, gülmekten, onlarla düşüp kalkmaktan daha iyiydi. Her şeyin kendine özgü kokusu vardı. Medet yalnız gazetelerin, çorapların, sofranın kokusunu değil, insanların kokusunu da biliyordu. Mesela annesinin kokusu annannesinin kokusuna benziyordu. Abisinin kokusu da kendisi kadar sertti. Yalnız kendi kokusunu bilmiyordu. Tramvayda yol giderken, geceler yol giderken, sabah dişlerini fırçalarken her zaman bu kokuyla alakalı düşünüyordu. Belki de kokusu yoktu onun, kim bilir?!

Küçük mutfakta kıpırdamak için yer bile yoktu. Annesi çamaşır kaynatıyordu.

Abisi ütüyü açmış, içindeki bölümlerini masanın üzerine bırakmıştı. Elinde bıçak ütüyle uğraşıyordu.

Yengesi masallar anlatıyordu yeğenine. Hem de ona mamasını veriyordu. Büyükannesi öbür odada namaz kılıyordu.

Tüm bunları Medet koridordan kendi odasına geçerken gördü. Odasına girip kapıyı kapattı, televizyonun karşısına geçti. Koltuğa yayıldı. Gazetelerin sayfalarını dikkatlice kokladı.

Çorapları yine ayaklarına yapışıyordu. Yine banyo yapmakŞu banyo işi her defa ortaya geldiğinde çıldıracak gibi oluyordu. Kendisi için temiz elbiseler hazırlamalıydı ilk önce, sonra banyoyu ısıtmalıydı, sonra sabun, falan filan

Bir de evlenmek meselesiO meseleyi de anımsadıkça işte böyle sinirleniyordu. Büyükannesinin söylediklerine bakılırsa evlenmese ihtiyarladığında kimse ona yardımcı olmayacaktı. Büyükannesi vefat edecekti, annesi ihtiyarlayacaktı. Kim onun için yemek yapacaktı, çamaşırlarını kim yıkayacaktı? Şu an yaptığı gibi her öyle canı istediğinde sinemaya gidemeyecekti. Sokaklarda dolaşamayacaktı. Televizyonu bile göremeyecekti, kulakları gök gürültüsünden başka hiçbir şey duymayacaktı.

Mulaka evlenmek zorundaydı.

O, korkuyordu. Evleneceği kızı bulmalıydı ilk önce. Bunun için her halde beş altı kız ayarlamalıydı. Onlarla bol  bol gezip tozmalı, onları sinemaya, tiyatroya götürmeliydi. Sonra içlerinden birini seçmeliydi. Kolay mıydı ki? Sonra tüm yaşamını onunla beraber geçirecekti. El ele, diz dize. Beraber yatacaklardı, beraber uyanacaklardı.

Kim bilir bu yaşam süresince karısı ondan neler isteyecekti?

Bunu düşündükçe tüyleri diken  diken oluyordu.

Abisi gözünün önündeydi. Sanki ikisinin de vücudunda civa vardı. Rahat duramıyorlardı bir yerde, ya sık sık giyinip birilerine misafirliğe gidiyorlardı, ya çocuklarını dövüyorlardı, ya tartışıyorlardı, tabakları kırıyorlardı. Hiçbir şey yapmadıklarındaysa en azından banyo yapıyorlardı beraberce.

Neye gerekti tüm bunlar?! Ne güzeldi hayat! Sessizce yaşıyordu işte. Her gün kütüphaneye gidiyor, kafası şişinceye kadar çalışıyordu. Adaylık tezini çoktan bitirmiş olmalıydı, oysa hâlâ oyalanıyordu bölümlerin arasında. Noktayı koymak aklının ucundan bile geçmiyordu. Sanki nokta koysa her şey bitecek, yaşam yine eski bunaltıcı gerçekleriyle onun yüzüne sırıtacaktı. Belki de hiç ihtiyarlamıyacaktı? Beş  on böyle oturduğu yerde, bölümlerin arasında dolaşırken ölecekti. Ya da ihtiyarlayacak, ihtiyarlıktan ölümüne uzun bir süre geçecek, o da bu süreyi mutlaka yatakta geçirmek zorunda kalacak. Karısı, çoluğu çocuğu, torunları onun yatağının çevresine doluşacak, ona sıcak çorba içereceklerdi. Öldükten sonra mutlaka gözlerini karısı kapayacaktı, onu kefene sarıyacak ve saygıda hiçbir kusur etmeden götürüp toprağa gömeceklerdi.

Büyükannesi onların törelerinde her kes böyle iyice ihtiyarladıktan sonra uzun süren can çekişerek ölmeliydi.

Annesi onun kesinlikle evlenmesini istiyordu. Ona bir kız da bulmuştu galiba. Uzak akrabalarının birinin kızıydı. Kızı görmemişti, fakat sık sık kızı rüyada görüyordu. Rüyasında evleneceği o kızı şişman, terli vücuduyla mutfakta gazın önünde yemek pişiren bir halde görmüştü.

Abilerinin odasında yine gürültü vardı. Camın arkasındaki gölgeleri durmadan haraket ediyordu.

Yahu, bunlar neden bir yerde duramıyorlar ki?”, diye düşündü ve yorganla kulaklarını kapadı. Bu hali ona çocukluğunu anımsattı. Küçükken büyükannesiyle beraber yatıyordu. Büyükannesi onun için neler yapmıyorduMasanın üzerinde kağıttan stadyum, futbolcular, kaleler, kaleciler, küçük top yapıyordu, onunla oynuyordu. Portakalları büyük leğenlere doldurduktan sonra tıka basa portakal yiyordu ve leğenin içinde, portakalların arasında uyuyordu. Büyükannesi onun değil dışarı çıkmasına, avlunun öbür tarafındaki tuvalete gitmesine bile izin vermiyordu. Her şeyi buraya, bu küçük sarı odaya getirmişti. Ara sıra camdan dışarıda oynayan çocuklara bakıyordu. Elleri, çehreleri tozdan simsiyah olmuş bu çocuklar ona birer yabancıymış gibi gözüküyorlardı. O zaman dışarı çıksaydı bile, onlarla anlaşamazdı her halde.

Kapı gürültüyle açıldı. Ayağa fırladı. Abisiydi, odanın ortasında durarak onu izliyordu. Elinde bulunan siyah ütülü pantolonu ve bembeyaz çorapları onun üzerine attı:

Hadi, kalk giy üzerini. Az sonra kız gelecek.”, dedi.

Abisi kapıyı çarparak çıktıktan sonra bir süre onun öfkesi odayı, duvarları titretti. Abisi her zaman onu böyle görünce kuduruyordu. Onun sakin yüzünü, uykulu gözlerini gördükte abisi ona değil de, daha çok kendine sinirleniyordu sanki.

O, koltuğa yayıldı, o zaman abisi kürekle çocuğunun dağıttığı çöpleri topluyordu. Abisi öğlen vakti açlıktan gebererek eve geldiğinde o, sırtında battaniye kapıyı açıyordu. Abisi hasta çocuğunu kollarının üzerinde taşırken o, televizyonun sesini iyice açarak yabancı müzik dinliyordu. Bu zaman abisinin çehresinde öyle bir öfke beliriyordu kiSanki çocuk ta onun değil de, Medet`in çocuğuydu.

Böylesi anlarda Medet kendini suçluymuş gibi gösteriyordu, kafasını önüne eğiyordu, abisinin bakışlarından saklanmak için delik satın almak istiyordu. Ama sonra düşünmeğe başlıyordu: ne yani o, suçlu muydu? O, suçlu muydu abisinin evli olmasında? O, suçlu muydu ki, yengesi üç çocuk doğurmuştu, bu çocuklardan da her gün birisi hastalanıyordu?!

Ara sıra Medet abisinin ona gıpta ettiğini düşünüyordu. Onu gördüğü zaman sanki abisini arı sokuyordu. Her kesten küsüyordu, odasından çıkmıyordu, kimseyle konuşmuyordu. Öfkesi gözlerinden okunuyordu. Gözleri bile bu öfkeye dayanamamış, yerinden fırlamıştı.

Abisi gittikten sonra ütülü pantolona baktıkça annesinin dün söylediklerini hatırladı. Annesi dün Hatice halanın yarın kızı getireceğini söylemişti. Getirecekti tanışsınlar. Ve sonda o, kızı evlerine kadar uğurlayacaktı.

Ansızın içi daraldı. Üf be, bu kadar işi o, nasıl becerecekti?

Kapı sessizce açıldı. Büyükannesi ayaklarını sürüyerek geldi:

Kalk, Medet`im, kalk!…”

Geldi, onu öptü. Sonra yatağın baş ucunda oturdu:

Kalk giyindireyim seni…”

Evdekiler güzel bir masa donatmışlardı, sofrada her türlü yemek vardı. Abisi yine çehresinde aynı öfke bir köşede oturmuş, onu izliyordu.

Medet kendisi için henüz bir yer ayarlamıştı ki, kapının zili çaldı. Uzun, zayıf, hiç durmadan konuştuğu, giybet ettiği için ağzı ta kulaklarına kadar varan Hatice hala kızı kollarından çekiştirerek odaya getirdi. Kız Medet`in düşündüğünden daha sevimli ve utangaçtı. Kapıdan içeri girmesiyle koşarak mutfağa gitmesi uzun sürmedi. Bir daha oradan çıkmadı. Yemek servisi, çay servisi, tabak yıkama faslı. Kendisiyse yemek yemedi, çay içmedi. Medet kızın tombul yanaklarına baktıktan sonra bu kızın şimdi onlarla bir sofrada oturmasından daha olağan bir hal olmayacağını düşündü fakat o bunu etmedi. Şimdi kim bilir eve vardıktan sonra direk mutfağa koşacak ve mutfağın kapısını kapattıktan sonra açlığını giderecekti.

Tanışma faslının sonuna yakın yine Hatice hala mutfağa gitti, kızı kolundan çekiştirerek bu odaya getirdi. Kız masanın arkasında oturduktan sonra gözleriyle belirsiz bir noktaya bakmağa başladı. Öyle bir oturdu ki, sanki tüm oda değil tüm şehir çeşitli aletlerle, araç ve gereçlerle onun yüzünü, burnunun, dudaklarının kıpırdamasını izliyorlar.

Medet dikkatlice kızın gerilmiş yüzüne, birbirinin etini koparmağa çalışan ellerine bakarak böyle bir durumda insanın oturduğu yerdece ölebileceğini düşündü.

Medet`in içi bir hoş oldu. Annesi de, büyükannesi de haklıymışlar meğerse. Ona böyle bir kız gerekiyordu. Sessiz, sakin, utangaçOnunla pek alakadar olmayacaktı. Ona hiçbir şey danışmayacaktı, yaşamının sonuna kadar odalarda oyalanacaktı. Yani o da olmasa, enindesonunda utanarak bile olsa gözlerini kaldırıp ona bakacaktı.

Bir de içine dolmuştu ki, eğer bu kızı da kaçırırsa büyükannesinin söylediği gibi bir evin bir köşesinde yalnız başına can çekişecekti ve kimse onun sesini bile duymayacaktı. Sürünerek camın önüne kadar gelecek, insanlardan imdat isteyecek, fakat kimse ona yardım etmeyecekti. Ve o, camın önünde düşüp ölecekti.

Bu kızı da kaçırsaydı kesin büyükannesinin söyledikleri gerçekleşecekti. Bu kızı da kaçırsaydı, artık bu evde kafasını kaldırıp kimsenin yüzüne bakamayacaktı.

Eve gitme zamanı yaklaştığında kız utandığından iyice gerildi. Galiba bu gecenin planını o da biliyordu. Yüzü kıpkırımzı olmuştu, bir bakıma artık kırmızılıktan da çıkmış, siyahlaşmıştı. Alnında birikmiş ter damlaları iyice artmıştı. Kızın bu halini gören Medet içinde kıza acıyordu.

…. Yol boyu birbirilerine bakmadan, konuşmadan sessizçe yürüyorlardı. Sonra ansızın kız düşecek gibi oldu. Düşecek gibi olması sanki kızın işine geldi, iki eliyle Medet`in kolundan yakaladı ve bir daha hiç bırakmadı.

Medetin içi daraldı. Deminden beri tüm düşündükleri bir anda yerle bir oldu. Kız tüm yaşamı süresince onun kollarından öylece yakalayacak ve hiç bırakmayacaktı. Bu düşünce onu iyice bunalttı. Ve üşüyerek bu kızdan kurtulmanın yollarını aramağa koyuldu

Ona söylemeğe hiçbir lafı yoktu, bir şeyler sormaksa içinden gelmiyordu

Kız olabildiğince sessiz ve ince yürümeğe çalışıyordu. Fakat yüksek topuklu çizmeleri ona bu olanağı tanımıyordu. Sık sık yüksek topuklu çizmeleri asfaltın üzerinde kayarak acayip sesler çıkarıyordu. Bu Medeti iyice sinirlendiriyordu.

Ansızın sokaklar, insanlar ona olduğundan daha fazla sıkıntılı gözüktü. Medetin insanlara baktıkça gözleri doluyordu, ağlayacak gibi oluyordu.

Artık dayanamadı, bir taksi çevirdi, kapıyı açıp kıza baktı. Kız hayretle omuzlarını çekerek belki de bu akşam ilk kez konuştu:

“Varıyoruz artık…”

Medet bir süre eli taksinin açık kapısında kıza baktı, sonra kızın kollarından çekiştirerek taksiye oturmasını sağladı ve şöförün parasını ödedi.

Ne tarafa gidiyoruz?”

Bir sokak öteye…”

Kızın söylemek istediklerine aldırmadı bile, aceleyle kapıyı kapattı. Kaldırıma çıktı.

Taksi hızla uzaklaştı. Medet derin derin soluyarak gömleğinin yakasını açtı, geriye döndü, sessizce evlerine doğru yürümeğe başladı.

 

**

Bir ay sonra Medet o kızla evlendi. Evlendikten sonra bir süre karısıyla saklanbaç oynadılar. Karısı mutfağa girdiğinde Medet balkona çıktı, karısı balkona çıktı, Medet`se banyoya girdi. Karısı banyoya girdiğinde Medeti orada bulamadı.

Medet kafasını kaşımak için elini kaldırmak istediğinde artık karısı onun kafasını kaşıyordu. Su içmek için elini bardağa uzattığında artık bardağın burnuna değdiğini farkediyordu.

Bir süre Medet karısının meşgul etmek için işler buluyordu: bir gömleği beş kez yıkatıyordu, onu ya komşuya, ya da ekmek almak için gönderiyordu. Karısıysa sanki bumerangtı, Medet onu ne tarafa itseydi, yine dönüp dolanıp Medetin üzerine geliyordu.

Medet önceleri yaptığı gibi sinemaya bile gidemiyordu. O anlarda karısı durmadan ağlıyordu. Ve Medet onu sakinleştirmek için tüm günü yanından ayrılmıyordu, hiçbir yere gitmiyordu.

 

Medet`in annesi de, büyükannesi de çok mutlulardı. Zira artık öldüğünde Medet`in de gözünü kapatacak birileri vardı